30 Haziran 2010 Çarşamba

KENDİME DAİR...








                                          İŞTE BEN...
                                          ŞEKİLDE GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ,
                                          SAÇLARIM DÖKÜLDÜ
                                          SAKALIMA AK DÜŞTÜ.
                                          SİYAH BEYAZ'DI ZATEN
                                          GENÇLİĞİM.
                                          YILLARA, MEYDAN OKUYORUM
                                          SANDIM.
                                          MEĞER, BEN DEĞİL,
                                          YILLAR BANA MEYDAN OKUMUŞ.
                                          NASIL'DA KANDIM...


                                           Recep KESKİN - ADANA
                                              


















































28 Haziran 2010 Pazartesi

EY AŞK..!





Ey Aşk! gece
alınyazımı sakla
büyüsün aya üfle.

gece
ey gece.
mil çek gözlerime
gizle ayıbı günahı.

kaç aşka yorgan oldun
kaç aşka yataklık etti yüreğin?
kaç masal mutlu bitti, söyle!
kim çıktı kerevete,
kim murada erdi?

gece
ey gece, sürme!
sürme, zifiri korkuları gözlerime.

gece çoğul aşklara gebe
bense tek aşkın yeniği
yüreğimde güve kelebeği.
kaç hayat sığdırdın bir ömre?
kaç ayna istersin,
yansıtsın seni?
söyle!
sen aynı yüz oldukça.
kırk aynalı odada çılgın nergis
can çekişmede.

gece
ey gece!
sürme!
sürme yarama elini.

neresinden bakmalı,
neresinden tutmalı?
iğneli beşikte beledim
kanar bedenim
ne yana dönsem
iler tutar yanı yok
aşk acılarını silkeledim
delik deşik gömleğim.

gece
ey gece!
bakma!
bakma içime!

bakma, aşkı yazar kalemim
elim ermez dilim varmaz
sana kötü demeye.
aşk yakışıyor şiire,
onur bir de...
aşk masal
gerisi gece...

ey gece
sür!
sür gözüme ağuyu
dilime suskuyu.
bende misin değil misin?
hangi rüzgarın peşindesin?
nerede kaçışın?
nerede çağırışın?
ne seninle ne sensiz
ey aşk!

gece
vur yüzüme
yalnızlığımı
düşsün eteğime
gün doğunca

tutundum sana
ey aşk!

bakma içime
gece!


Nurdan Ünsal

Paylaş

27 Haziran 2010 Pazar

Bir aşk hikayesi...





 Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez…. Biri tıpta okuyordu, öbürü
mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha
karsilasabilmek için, hep ayni saatte, ayni duraktan, ayni otobüse bindiler.
Gençtiler, çok genç… Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmalari biraz
zaman aldi ama sonunda başardılar. Ikisi de her sabah otobüse bindikleri
semtte oturmuyorlardi aslinda. Delikanli arkadasinda kaldigi için o duraktan
binmisti otobüse, kiz ise ablasinda…. Sirf birbirilerini görebilmek için,
her sabah erkenden evlerinden çikip, sehrin öbür ucundaki o duraga, onlarin
duragina geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra…
Okullarini bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu… Bazen
issiz, bazen parasiz kaldilar ama öylesine *** kenetlenmisti ki yürekleri
ve elleri hiçbir seyi umursamadilar. Ayin sonunu zor getirdikleri günlerde
de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarinda da hep mutluydular. Zaman
asimina ugrayan, aliskanliklara yenik düsen, banka hesabinda para kalmadigi
için ya da tam tersine o hesabi daha da kabarik hale getirmek uguruna
bitip-tükeniveren sevgilerden degildi onlarinki… Günler günleri, yillar
yillari kovaladikça sevgileri de büyüdü, büyüdü… Tek eksikleri
çocuklarinin olmamasiydi. Zorlu bir tedavi sürecine ragman çocuk sahibi
olmayinca, “bütün
mutluluklarin bizim olmasini beklemek, bencillik olur” diyerek devam ettiler
hayatlarina. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler… “Senin için ölürüm”
derdi kadin, simsiki sarilip adama ve adma “Hayir, ben senin için ölürüm”
diye yanit verirdi hep…
Bazen eve geldiginde, aynanin üzerinde bir not görürdü kadin, “Bir tanem,
kütüphanenin ikinci rafina bak….” Kütüphanenin ikinci rafinda baska bir
not olurdu, “Mutfaktaki masanin üzerine bak ve seni çok sevdigimi sakin
unutma” Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notlari okuya okuya
kosturan kadin, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdigi
çikolatalar, kimi zaman da pahali armaganlarla karsilasirdi… Aldigi
hediyenin ne oldugu önemli degildi zaten….
Hayat ne kadar hizli akarsa aksin, isleri ne kadar yogun olursa olsun hep
birbirlerine ayiracak zaman buluyorlardi bulmasina ama kirkli yaslarin
ortalarina geldiklerinde, daha az çalismaya karar verdiler. Adam, hastaneden
ayrildi ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye basladi. Kadin da mimarlik
bürosunu kapadi ve sadece özel projelerde görev aldi. Artik daha fazla
beraber olabiliyorlardi. Bir gün sahilde dolasirken, harap durumda bir ev
gördü kadin, üzerinde “satilik” levhasi asili olan. “Ne dersin, bu evi
alalim mi?” dedi adama. “Bu viraneyi yiktirir, harika bir ev yapariz.
Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terasi olan, martilari kahvaltiya davet
edecegimiz bir deniz evi yapalim
burayi…” “Sen istersin de ben hiç hayir diyebilirmiyim?” diye yanit verdi
adam. “Amerika’daki tip kongresinden döner dönmez ararim emlakçiyi… Kaç
para olursa olsun, burasi bizimdir artik….”
Sadece bir hafta ayri kalacaklarini bildikleri halde, ayrilmalari zor oldu
adam Amerika’ya giderken.Her gün, her saat konustular telefonla. Gözyaslari
içinde kucaklastilar havaalaninda. Fakat birkaç gün sonra, kocasinda bir
tuhaflik oldugunu fark etti kadin. Eskisi kadar mutlu görünmüyor,
konusmaktan kaçiniyordu. Onu neselendirmek için, sahildeki evi hatirlatti ve
çizdigi projeyi verdi kadin ama hiç beklemedigi bir cevap aldi: “Canim, o ev
bizim bütçemizi asiyor. Sen en iyisi o evi unut…”
Mutsuzluk, mutlulugun tadina alismis insanlara daha da aci, daha da çekilmez
gelir. Kadin, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için
yalvardi adama, “Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat” diye dil
döktü bos yere… Yillardir sevdigi adam, duyarsiz ve sevgisiz biriyle yer
degistirmisti sanki. Ona ulasmaya çalistikça, beton duvarlara çarpiyordu
kadin, her çarpmada daha fazla kaniyordu yüregi…
Bir gün, çocuklugunun, gençliginin ve bütün hayatinin birlikte geçtigi
arkadasina dert yanarken, “Artik dayanamiyorum, sana söylemek zorundayim”
diye sözünü kesti arkadasi. “O, seni aldatiyor. Is yerimin tam karsisindaki
restoranda genç bir kadinla yemek yiyiyor her öglen. Sonra sarmas dolas
biniyorlar arabaya….”
“Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanlari” diye bagirdi kadin. Onca
yillik arkadasini, kendisini kiskanmakla suçladi…. Ertesi gün, ögle vakti
o restoranin hemen karsisinda bir köseye sindi sessizce ve peri masallarinin
sadece masal oldugunu anladi… Kocasinin eskiden ayni hastanede çalistigi
genç çocuk doktorunu tanidi hemen. Bazen evlerinde agirladiklari kadina
nasil sarıldığını
gördü adamın…
Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bagirip, bazen aglayarak, bazen ona
sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykirdi suratina her seyi. Inkar
etmedi adam. Zamanla duygularin degisebildigi, insanlarin orta yasa
geldiklerinde farklilik aradigi gibi bir seyler geveledi agzinda ve bavulunu
alip gitti evden. Kapidan çikarken, “son bir kez kucaklamak isterim seni”
diyecek oldu ama kadin, “defol” dedi nefretle…
Ilk celsede bosandilar… Modern bir ask hikayesinin böyle son bulmasina
kimse inanamadi. Arkadaslarinin destegiyle ayakta kalmaya çalisti kadin.
Adamin, sevgilisiyle birlikte Amerika’ya yerlestigini ögrendi. Bazen yalniz
kaldiginda, onu hala sevdigini hissedince, aglama nöbetleri geçiriyor, askin
yerini, en az onun kadar yogun bir duygu olan nefretin almasi için dua
ediyordu.
Aradan bir yil geçti… Her seyin ilaci oldugu söylenen zaman bile, kadinin
derdine çare olamamisti. Bir sabah, israrla çalan zilin sesiyle uyandi.
Kapiyi açtiginda, karsisinda o kadini gördü. “Sen, buraya ne yüzle
geliyorsun” diye bagirmak istedi ama sesi çikmadi. “Lütfen, içeri girmeme
izin ver, mutlaka konusmamiz gerekiyor.” dedi genç kadin. Kanepeye ilisti ve
zor duyulan bir sesle konusmaya
basladi: “Hiçbir sey göründügü gibi degil aslinda. Çok üzgünüm ama o bir
saat önce öldü. Geçen yil Amerika’daki kongre sirasinda ögrendi hastaligini
ve yaklasik bir senelik ömrü kaldgini. Buna dayanamayacagini, hep söyledigin
gibi onunla birlikte ölmek isteyecegini biliyordu. Seni kendinden
uzaklastirmak için, benden sevgilisi rolünü oynamami istedi. Ailesine de
haber vermedi. Birlikte Amerika’ya yerlestigimiz yalanini yaydi. Oysa ilk
karsilastiginiz otobüs duraginin karsisinda bir ev tutmustu. Tedavi görüyor
ve kurtulacagina inaniyordu ama olmadi. Gece fenalasmis, bakicisi beni
aradi, son anda yetistim. Sana bu kutuyu vermemi istedi…” Gözlerinden
akan yaslari durduramayacagini biliyordu kadin. Hemen oracikta ölmek
istiyordu. Eline tutusturulan kutuyu açmayi neden sonra akil edebildi.
Itinayla katlanmis bir sürü kagit duruyordu kutuda. Ilk kagitta, “Lütfen
bütün notlari sirayla oku bir tanem” diyordu… Sirayla okudu; “Seni çok
sevdim”, “Seni sevmekten hiç vazgeçmedim”, “Senin için ölürüm derdin hep,
dogru söyledigini bilirdim.” “Fakat benim için ölmeni istemedim” “Simdi bana
söz vermeni istiyorum.” “Benim için yasayacaksin, anlastik mi?” son kagidi
eline alirken, kutuda bir anahtar oldugunu gördü kadin… Ve son kagitta
sunlar yaziliydi:
“Sahildeki evimizi senin çizdigin projeye göre yaptirdim. Kocaman terasta
martilarla kahvalti ederken, ben hep seni izliyor olacagim….”



alıntı

Paylaş

25 Haziran 2010 Cuma

DİLENCİ





,
Sen hergün köşebaşlarında

Yırtık urbanla kirli ellerinle

Avuç açan, sefil insan.

İnan yok farkımız birbirimizden

Sen belki tüm yaşamınca dilenecek;

Beklediğin beş kuruşu biri vermezse

Ötekinden isteyeceksin.

Ama ben tüm yaşamım boyunca

Tek bir kez dilendim

Bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim.

Öylesine boş öylesine açık kaldı ki elim,

Yemin ettim bir daha dilenmeyeceğim.

victor hugo





24 Haziran 2010 Perşembe

YALNIZ DEĞİLİZ




Bir ufka vardık ki artık
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak.

Şafakları ben balığa çıkarım
Akan akmayan sularda
Benim, bütün tezgahlarda paydosa giden
Bir bahar akşamı dünyada.
Ben dört duvar arasında değilim
Pirinçte, pamukta ve tütündeyim,
Karacadağ, Çukurova ve Cibalide.

Zehirli kör yılanları
Ve sıtmasıyla
Gün yirmidört saat insan avında
Karacadağda çeltikler.
Bir kız çocuğunun gözyaşı gibi
- Ayak bileklerinde bir dizi boncuk,
Sol omzunda nazarlık,
Dağ başında unutulmuş üşümüş,
Minicik bir aşiret kızının -
Damla-damla, berrak olur pirinci.
Kamyonlarla, katır kervanlarıyla
Beyler sofrasına gider...

Çukurovam,
Kundağımız, kefen bezimiz
Kanı esmer, yüzü ak.
Sıcağında sabır taşları çatlar,
Çatlamaz ırgadın yüreği.
Dilerse buluttan ak,
Köpükten yumuşak verir pamuğu.
Külhan, kavgacıdır delikanlısı,
Ünlü mahpusanelerinde Anadolumun
En çok Çukurovalılar mahpustur,
Dostuna yarasını gösterir gibi,
Bir salkım söğüde su verir gibi,
Öyle içten
Öyle derin,
Türkü söylemek, küfretmek,
Çukurova yiğidine mahsustur...

Tütünü bilir misin?
"Kız saçı" demiş zeybekler,
Su içmez her damardan,
Yerini kolay beğenmez,
Üşür
Naz eder,
Darılır
İki parmak arasında kıyılmış,
Bir parçası var kalbimin
İncecik, ak kağıtlara sarılır,
Dar vakit yanar da verir kendini.
Dostun susan dudağına...

Sokaklardan,
Kıyılardan,
Gök mavisinden,
Ekmeğinden,
Canevinden ayrı düşmeye
Yani bütün hasretlerin kahrına
Ve zehrine çaresiz kalmaların,
İlk nefesi Hızır gibi yetişir
Cibalide sarılan cıgaranın...

Tütün işçileri yoksul,
Tütün işçileri yorgun,
Ama yiğit
Pırıl - pırıl namuslu.
Namı gitmiş deryaların ardına
Vatanımın bir umudu..
AHMED ARİF







Paylaş

UNUTAMADIĞIM





Açardın,
Yalnızlığımda
Mavi ve yeşil,
Açardın,
Tavşan kanı, kınalı-berrak.
Yenerdim acıları, kahpelikleri...

Gitmek,
Gözlerinde gitmek sürgüne.
Yatmak,
Gözlerinde yatmak zindanı.
Gözlerin hani?

"To be or not to be" değil.
"Cogito ergo sum" hiç değil...
Asıl iş, anlamak kaçınılmaz'ı,
Durdurulmaz çığı
Sonsuz akımı.

İçmek,
Gözlerinde içmek ayışığını.
Varmak,
Gözlerinde varmak can tılsımına.
Gözlerin hani?

Canımın gizlisinde bir can idin ki
Kan değil,sevdamız akardı geceye,
Sıktıkça cellad,
Kemendi...

Duymak,
Gözlerinde duymak üç-ağaçları
Susmak,
Gözlerinde susmak,
Ustura gibi...
Gözlerin hani?


AHMED ARİF





Paylaş

21 Haziran 2010 Pazartesi

Özledim









Sen gittin ya yaşantımın bir anlamı kalmadı
Sen gittin ya pencereme bir kez güneş doğmadı
Sen gittin ya senden sonra mutluluğum olmadı
Senle geçen günlerimin kıymetini bilmedim

Özledim teninin kokusunu özledim
Özledim sımsıcak nefesini özledim
Özledim sohbetini o sesini özledim
Gelmedin gözbebeğim can yoldaşım gelmedin

Sen gittin ya gözlerimde yaşlar bir an dinmedi
Sen gittin ya ellerimden resmin bir an düşmedi
Sen gittin ya o gün bu gün inan yüzüm gülmedi
Senle geçen günlerimin değerini bilmedim

Özledim teninin kokusunu özledim
Özledim sımsıcak nefesini özledim
Özledim sohbetini o sesini özledim
Gelmedin gözbebeğim can yoldaşım gelmedin


Selami Şahin




İspanyol Meyhanesi




Kararmış, tahta masamızda bir şişe şarap
Gecelerden bir gece, bezginiz
Üstelik, adamakıllı sarhoşuz, ellerin ellerimde…
İspanyol meyhanesinde bir kadın, çığlık çığlığa şarkı söylüyor
Belli yıkılmış bir kadın, hayli çirkin, hayli geçkin, ağlamaklı
Zayıf, incecik elli, incecik elli, kalın dudaklı
Sesi bir tokat gibi patlıyor kulaklarımızda

Yüzümüz al al oluyor, içimiz hüzün dolu, kahır dolu, Gözlerimiz kanlı
Yeter, yeter… Öleceksek ölelim
Haydi vur kendini şaraba, kedere ve aşka vur
Daha içelim hey… Daha içelim hey hey…
İspanyol meyhanesinde bir gece
Seninle, seninle başbaşayız
Üstelik, sarhoşuz adamakıllı, daha içelim, daha içelim…
İspanyol meyhanesinde öldüğümüzü kimse bilmesin
Hey garson, bütün hesaplar benden bu gece, sen de iç, sen de iç
Kapat kapıları, kapat, kapat, yabancı girmesin
İspanyol meyhanesinde öldüğümüzü kimse bilmesin
Ölelim, ölelim artık, bitsin bu delicesine koşu, bitsin bu koşu
Yeter, yeter… Öleceksek ölelim
Haydi vur kendini şaraba, kedere ve aşka vur
Daha içelim hey… Daha içelim hey hey…




Timur Selçuk

17 Haziran 2010 Perşembe

HÜZÜN ADRES DEĞİŞTİRİR




Yakışmıyor cepheyi terk edişin,
Mert dayanır, namert kaçar sevdiğim.
Fazla sürmez hatanı fark edişin,
Hasret eken , hüsran biçer sevdiğim.

Adet ettin aşk dersini asmayı,
Hüner saydın sırra kadem basmayı,
Yetti artık çok denedim susmayı,
İsyan eden bayrak açar sevdiğim.

Nice avcı bende silah sınadı,
Geri tepti ,sineleri kanadı,
Kırılsa da yüreğimin kanadı,
Yine açar, yine uçar sevdiğim.

Bir resmimiz bile yoksa başbaşa,
Revamıdır ben yanayım,sen yaşa,
Aşk sunacak sakimi yok sarhoşa,
Yine bulur, yine içer sevdiğim.

Aynaların farkı kalmaz düşmanla,
Tanışırsın doğduğuna pişmanla,
Hüzün adres değiştirir zamanla,
Benden geçer ,sana göçer sevdiğim.

Üzerime yar sevdiğim sahi mi?
Kalp çalmakta senin gibi dahi mi?
Ağlama der dosta aşık Daimi,
Bu da gelir ,bu da geçer sevdiğim.








15 Haziran 2010 Salı

                                           Sevgili misafirime küçük bir jest benden
                                                       İngilterede bir köy
                                                         Templecombe 

                         
Paylaş

ÇEŞMİ SİYAHIM





İşte gidiyorum çeşmi siyahım
İşte gidiyorum çeşmi siyahım
Önümüze dağlar sıralansada, sıralansada
Sermayem derdimdir,servetim ahım
Karardıkça bahtım ey dost karalansada

Haydi dolaşalım yüce dağlarda
Haydi dolaşalım yüce dağlarda
Dost beni bıraktı ah ile zarda, ah ile zarda
Ölmek istiyorum viran bağlarda
Ayağıma cennet ey dost sıralansada
Ölmek istiyorum viran bağlarda
Ayağıma cennet ey dost sıralansada







Paylaş

BİR MUM YAK




Bir mum yak

Bu gece benim için

İlk gece yaktığın beyaz mum gibi...

Ve seyret onu

Benim gözlerimle.

İşte şimdi, şu an

Senin için

Öyle yanıyorum için için...

Ve bir kağıt kalem al

Adımı yaz adının yanına

Bir muska bir tılsım gibi

Ayrılmamak,unutmamak adına.

Ve sevdiğim bil ki,

Adını bir dua gibi dilimde taşıyorum

Aşkı adının harfleriyle yeniden yazıyorum!.


Gönderen: Hatice Eda








.·:*´¨¨`*:·.GüL KoKuLu YaRiM.·:*´¨¨`*:·.:
Gül kokulu yarim gurbetin sılaya hasreti gibi.
Özledim seni özlem duydum tenine kokuna .
Mahsun yüzüne tel tel saçlarina
hasretin yüreğimi dağlar belki.
gurbet bu özlemlerimin özlemine yüz sürdüğü .

Kör karanlik gecelerde usulca zifiri karanlikta.

Düşüncelerin en dibine düşerim seni düşünürüm.
Gül kokulu yarim düşünürüm seni.

Özlersin bilirim bu şehri bu yurdu .
doğduğun köyü sabahın serinliğinde
Yüzünü yıkadiğin nehirleri irmaklari dereleri.
Dalından kopardığın meyvayi ağacı .
kokusunu aldiğin tandirin ekmeğini.
Tozlu caddelerini geceleri ay ışığında.
Söylediğin türküleri mehtabını özlersin bilirim.

Dedimya Gül kokulu yarim.
gurbetsin özlersin herşeyi benim seni özlediğim gibi.
özlersin bu şehri beni benim seni özlediğim gibi
özlerim seni sen gurbetsin
özlersin ben gurbetim hasretim
sen hasretsin gurbetsin
Gül kokulu yarim




alıntı

Sana Dün Bir Tepeden Baktım Aziz İstanbul




Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer..

Nice revnaklı şehirler görünür dünyada
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan…
Yahya Kemal Beyatlı








Paylaş





SEVİ ŞİİRİ
Ben senin en çok sesini sevdim
Buğulu çoğu zaman,taze bir ekmek gibi
Önce aşka çağıran,sonra dinlendiren
Bana her zaman dost,her zaman sevgili

Ben senin en çok ellerini sevdim
Bir pınar serinliğinde,küçücük ve ak pak
Nice güzellikler gördüm yeryüzünde
En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak

Ben senin en çok gözlerini sevdim
Kah çocukça mavi,kah inadına yeşil
Aydınlıklar,esenlikler,mutluluklar
Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil

Ben senin en çok gülüşünü sevdim
Sevindiren,içinde umut çiçekleri açtıran
Unutturur bana birden acıları,güçlükleri
Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman

Ben senin en çok davranışlarını sevdim
Güçsüze merhametini,zalime direnişini
Haksızlıklar,zorbalıklar karşısında
Vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini

Ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim
Tüm çocuklara kanat geren anneliğini
Nice sevgilerin bir pula satıldığı dünyada
Sensin,her şeyin üzerinde tutan sevdiğini

Ben senin en çok bana yansımanı sevdim
Ben de yeniden var olmanı,benimle bütünleşmeni
Mertliğini,yalansızlığını,dupduruluğunu sevdim
Ben seni sevdim,ben seni sevdim,ben seni...




Ümit Yaşar Oğuzcan

Paylaş

13 Haziran 2010 Pazar

HANİ GİTTİN YA !







Hani gittin ya
Gönlümde umut kalmadı
Hani gittin ya
Bedenimde can kalmadı
Senin ardından
Bir tek sebebim olmadı
Nice uğraştım
Ama yerin hiç dolmadı!
Ne olur gitmeseydin
Birazcık dinleseydin
Ayrılığın yerine
Canımı isteseydin..
Hani gittin ya
Hasretin ateşten farksız
Hani gittin ya
Bedenim ölüden farksız
Senin adını dilimden düşürmedim
Nice uğraştım
Yüreğimden sökemedim...
Ne olur gitmeseydin
Birazcık dinleseydin
Ayrılığın yerine
Canımı isteseydin...
Hani gittin ya
Gönlümde umut kalmadı
Hani gittin ya
Yüreğimde can kalmadı
Senin adından bir tek sevenim olmadı
Nice uğraştım ama yerin hiç dolmadı
Hani gittin ya,
Hani gittin ya...!

Kurtuluş




11 Haziran 2010 Cuma

Bu Aşk Burada Biter




Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider

Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir
Solarken albümlerde çocuklar ve askerler
Yüzün bir kır çeçeği gibi usulca söner
Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir

Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler
Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı!
Bunu anlattılar hep, yani yiten bir aşkı
Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler

Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider


Ataol Behramoğlu



Paylaş

10 Haziran 2010 Perşembe

RUBAİ





Hayyam, şarap iç, sarhoş olmak ne hoş,
Sevgilin de varsa, sarılmak ne hoş;
Er geç sonu yokluk madem bu dünyanın,
Yok say kendini, bak var olmak ne hoş!


Ömer Hayyam
Paylaş

Avustralya'da insan olmak .....

Melbourne'e vardık. Bir ev kiraladık, ben oradaki akrabalarıma harıl harıl soruyorum 'Yahu, elektrik, telefon, su, gaz idarelerinde tanidiğınız var mı?' Biri 'Ne yapacaksın?' diye sordu. 'Öyle bir müessesede mi çalışmak istiyorsun?' Ben 'Hayır' diye cevap verdim 'Yeni eve o hizmetleri bağlatmak istiyorum da...' Adam güldü, 'Bana adresini söyle' dedi. Adresi verdim, geçti telefonun başına, o idareleri tek tek aradı. Akşama doğru bütün hizmetler bağlanmıştı.

Bir gün elektrik idaresinden bir mektup geldi. Mektupta 2 ay kadar sonra, bir gün bizim sokakta elektrik kesileceği bildiriliyor ve ilave ediliyordu 'Eğer o gün mutlaka elektriğe ihtiyacınız varsa size bir jeneratör tahsis edilecek ve harcadığınız elektrik normal tarife üzerinden hesaplanacaktır. Ancak jenerator sayısı sınırlı olduğu için sadece mucbir ihtiyaç sahiplerinin muracaatı...' Ben istemedim, ama komşumuz, yalnız yaşayan yaşlı kadın jenerator istedi. O sabah 8'de 2 teknisyen jeneratoru getirip kadının sistemine bağladılar.. Sonradan, merak edip sordum bu iş için sadece harcadığı elektriğin bedeli olan 45 sent almişlar.

Ben herkesin insan olduğunu ve herkese aynı muamelenin yapılması icap ettiğini Avustralya'da öğrendim.Bir tek gün kimse hakkımı yemedi kuyrukta önüme geçmedi trafiikte açıkgözlülük yapmadı avanta istemedi.

Kızım yeni bir mektebe başlamıstı 'Gel çarşiya cıkıp eksiklerini alalım' dedim. 'Lüzum yok' dedi, 'Her şeyi okuldan verdiler' Bir gün aynı mektepten bir mektup geldi 'Bazı talebelerin, öğle yemeği olarak pahalı gıda maddeleri getirdiklerini fark ettik. Lütfen çocuğunuzun yanına sadece, bütün ailelerinin çocuklarına alabilecekleri şeyler verin. Bu yaşta çocuklarin arkadaşlarına imrenmesi kötü bir şeydir' Annem bizi ziyarete geldi. Meydana karşılamaya gittik, bekliyoruz, arada gümrüğün kapısı acılıyor ve annemi oradaki bir memur ile konuşurken görüyorum. Ingilizce bilmeyen annemin sohbeti bir türlü bitmiyor. Dikkat ettim annemin elinde bir portakal var. Nihayet annem cıktı ve iş anlasıldı. Kıtayı mikroplardan korumak için Avustralya'ya herhangi bir gıda maddesi sokmak yasak.

Annem uçaktan bir portakal alıp çantasına koymuş.. Adam onu görünce, hemen elinden alıp çöpe atacağina, büyük bir sabir ile Avustralya'nın  neden bir kaideyi uyguladığını anlatıyor ve 'Bu size karşı yapılmış bir hareket degildir, hepimizin sağlığı için alınan bir tedbirdir filan diyor' Melbourne'da ve Avustralya'nın hemen hemen tamamında deniz kenarında bina yoktur. Memleketi bir yol çevreler. Kıyılar herkesindir. 5-10 kilometrede bir, denize girmek, piknik yapmak için tuvalet, duş, elektrikli mangal ve soyunma odaları gibi bedava tesisler vardır. Yalnız elektrikli mangalı çalıştırabilmek için para atmak lazımdır.

Bir gün oldukça yüklü bir telefon faturası geldi. İdareyi arayıp, bu faturayı ödemekte zorluk çektiğimi söyledim ve şu cevabı aldım 'Siz bu faturayı bu ay ödemeyin. Biz bunu 12'ye bölerek 1 sene müddet ile her aylık faturanıza ilave edeceğiz. Ama bundan sonra her faturayı ödeyin'. Sorduğumda faiz ödemeyeceğimi de öğrendim.

Avustralya'da yaşayan her insan bedava sağlik sigortasina sahiptir. Şehrin merkezi dışında 2 katlıdan yüksek bina bulunmaz. Normal evler,
1 dönüm bahçe içinde, mustakil evlerdir. Şehrin belki yarısı golf sahaları (bedava), botanik bahçeler, göller ve akarsular ile kaplıdır. Okullar bedavadır. Musluktan akan su, hakiki içilen sudur (sözde değil özde). Kilise, cami, havra, Budist tapınakları ve daha nice dini yapı yan yana varlıklarını devam ettirir.

SBS adlı devlet televizyonunda Avustralya'da yaşayan 100 küsür ayrı millete mensup insanların kendi dilinde yayın yapılır. Çoğu Avustralyalı, 2 vesile ile kravat takar ; düğün ve cenaze.

Avustralya'da en büyük suç yalan söylemektir. Yalan söyleyen, yalan beyanda bulunan insanın hayatı kayar. Onun dışında her şeyin bir çaresi bulunur.




Alıntı

Paylaş

8 Haziran 2010 Salı

"EŞEK" DEYİP GEÇMEYİN!..








Her ne kadar insanoğlu türlü akılsızlıkları eşşeklikle nitelendirse de en güzel gözlere sahip bu sevimli hayvan, yerine göre çoğu insandan daha akıllıdır...

Örneğin
''Eşek, iyi bir yol mühendisidir.
Yokuşları en fazla % 7 eğimle ve kısa mesafelerde virajlar alarak çıkar.'' dediklerinde. ..

Ben de inanmamış ve nivelman yaptırmıştım yani topoğrafik aletle ölçüm. Sonuç şaşırtıcıydı: % 7

Hani bu konuda çoğumuzun bildiği meşhur bir Anadolu fıkrası vardır:

1950''li yıllarda Amerikalı mühendisler gelmiş Türkiye''ye.
Bir kısım imar çalışmalarına rehberlik ediyorlarmış.
O zamanlarda yol güzergâhını belirleyecek alet yok, eleman yok. Nafı''a mühendisleri eşeği yokuşa sürüyorlar, arkasından elemanlar şeritmetre çekiyor ve eşeğin ayak izlerine kazık çakıp istikamet belirliyorlarmış .
Bunu gören Amerikalı mühendis, pratiği kavrayamamış ve sormuş:
- Ne yapıyorlar böyle?
- Rampada yolun güzergâhını belirliyorlar.
- Nasıl yani, anlayamadım?
- Eşek % 7 eğimin üstüne çıkmaz, biz de eşeğin izinde kazık çakıp rampada yol güzergâhı belirliyoruz demişler.
Amerikalı katılarak gülmeye başlamış.
Yatışınca da sormuş:
- Peki, eşek bulamayınca ne yapıyorsunuz?
Yetkili bozgun...
Cevap vermiş:
- Amerika''dan mühendis getirtiyoruz.
*******
Eşek iyi bir kılavuzdur:
Gittiği bir yolu hiç unutmaz ve o yoldan şaşmaz. Bu nedenle deve veya katır kervanlarının önüne daha önce bu yoldan gitmiş bir eşeği kılavuz olarak koyarlarmış.
*******
Evet, eşek akıllıdır... düştüğü çamura bir daha, asla düşmez.
"Eşşek bir defa çamura düşer!" Deyimi bundandır.

Biz eşek miyiz diye düşündüm, genele vurursak o kadar bile olamamışız, çamurdan çıkamıyoruz...

*******
ALINTI OLUP,
GÜZEL GÖZLÜ VE AKILLI EŞEKLERLE İLGİSİ YOKTUR.
SÖZÜMÜZ,
KENDİ EŞŞEKLİKLERİNİ ANLAMAYAN CAHİL EŞEKLEREDİR.







Paylaş

BİRAZDA TEBESSÜM EDELİM

BU YILIN FIKRASI SEÇİLMİŞ!!!

Bu hikaye Trakya'da geçmiş gerçek bir olay; Yaslı bir amca, eşeğinin üzerinde karayolunda seyretmektedir.

Bunu gören trafik polisleri, amcaya takılmak isterler ve durdururlar.

 Polis: Be amca, neçin dakman Golanı?                           (Golan: Emniyet kemeri.)

Amca: Dakmam be iste!

Polis: E bak gördün mu, simdi ceza keseceyik.

Amca: Kes bakalım ne keseceysan da gidecem, acele işim var.


Polis: Peki amca, cezayı sana mı yazalım yoğsam eşeğe mi?

Amca: ???

Polis: Yani cezayı sana yazarsak beş milyon ödeycen, eşeğe üç milyon ödeycen.

Amca: Bana kes o zaman.

Polis: Neden sana keseyon amca?

Amca: Onun sicili temiz olsun, polis yapcez onu !!!






Paylaş

Çan eğrisi



BAŞARI:
4 yaşında başarı ....donuna işememektir.
12 yaşında başarı..........arkadaş bulabilmektir.
16 yaşında başarı.................araba sürebilmektir.
20 yaşında başarı.........................seks yapabilmektir.
35 yaşında başarı .......................para kazanabilmektir.
50 yaşında başarı .......................çok para kazanabilmektir.
60 yaşında başarı ..........................seks yapabilmektir.
70 yaşında başarı ................araba sürebilmektir.
75 yaşında başarı .........arkadaş bulabilmektir.
80 yaşında başarı ....donuna işememektir.

Prof. Albert Follanberg

 
 
 






Paylaş

7 Haziran 2010 Pazartesi

SUSMALARINDA GİZLİYDİ DEĞERİM





Gitme...
Alma yüreğini yüreğimden.Şiirimin gizli öznesi, kalp ağrım, huzurum, kaybedince anladım değerini sevdiğim...

Biliyorum sana gitme demeye hakkım yok. Mahvettim hayatını acılarını hafifleteyim derken.Parmağına diken batsa benim canım acıdı, hiç üzülme istedim.Bütün hüzünleri acıları ben yaşamaya razıyım. Yeter ki sen bir an bile üzülme.İnan hiç birşey hissetmem. Sana attığım her adım seni biraz daha yaktı.Sevgi bu muydu? Hani insan sevdiğinin gözlerinde bian için bile olsa dertlerini unuturdu? Hani onunla daha güçlüydü? Neden, neden sana her dokunuşumla kül oldun? Ben sevdiğin değil miydim? Herşeyden çok sevmemiş miydim seni? Neden hiçbir yaptığım niyet ettiğim sonucu vermedi? Artık buluyorum sorularımın cevaplarını.

Bir gün bir kadın ağlıyordu karşımda. ‘’O’nu hep o kızgın haliyle hatırlayacağım’’ diye. Keşke diyordu keşke görmeseydim. Ayrılsakta o halini bilmeseydim. O hali bütün güzel anları silip yerleşmişti zihnine. Bütün yaşanmışlıkları o kısacık anla sınırlamıştı. O zaman yüreğim cız etti. Ne çok üzmüştüm seni , sinirlendiğin zamanlar sustuğun için. Hep karşılık isterdim isyanlarıma. Daha fazlasıyla karşılık ver istiyordum. Bana değer vermediğin için cevap vermeye tenezzül etmediğini düşünüyordum. O kadın ağladıkça benim içimde ‘’iyiki’’ ve ‘’keşke’’ ler birbirine karışıyordu. Ben hayallerine isyanları miras bırakırken, benim hayallerimi herşeye bedel o tatlı gülüşün sarmıştı hep. Küslüğünü, kızgınlığını hiç görmemiştim ki. İyi ki dedim iyi ki görmedim. Ve sana yaptıklarım bir avuç dolusu keşkeydi. Ben hapsettim ruhunu sükûta, hem de çok severken.Sen bana aşkı giydirmişken, yüreğinin sonsuz huzurlarını sunmuşken kıymetini bilemedim sevdiğim.Sessizliğinle konuşmayı öğrenemedim. Hep düştüm isyan tuzaklarına.Sessizliğinin anlamını yanlış anladıkça üzdüm seni. Oysa ne değerliydi susmaların.Susmalarında gizliydi sevginin büyüklüğü, susmalarında gizliydi değerim.

Şimdi yokluğun bana isyan, yokluğun bana kızgınlığın, yokluğun bana ders… Senden uzakta aldığım her nefes tükenişime bir adım daha yaklaştırıyor beni. Aldığım her nefes zehir gibi sensizliği ciğerlerime dolduruyor. Bir zamanlar aşkının sarhoşluğundan titreyen bedenim sensiz ölmek korkusundan titriyor. O al yanaklı sevda düşlerini kurduğumuz geceler artık ruhuma zindan. Şikayetçi değilim her adımda ayaklarıma batan can kırıklarından. Sensizliğin canımdan can almasından, ruhumu lime lime etmesinden. Yüreğimin kanamasından. Canım acıdıkça iyi oluyor diyorum, daha çok acısın. Acısın ki sana neler yaşatmışım anlayayım.

Beni bir kez daha affeder misin bilmiyorum. Affet demeye yüzüm yok .O kadar çok tekrarladım ki. Söyleyebileceğim tüm kelimeler yetersiz kalacak. Yüreğimde ömür boyu beni tüketecek vicdan azabımsın artık. Ama her ne yaşarsak yaşayalım tek aşkım olarak kalacaksın. Seni seviyorum



İclal Aygün



Paylaş

SANA GELİNCE SEVDA






Sana gelince Sevda
İsterdim hatırımın sorulmasını
İsterdim yağmur altında ıslanmayı
Ve isterdim biraz kederden kurtulmayı
Ama istemedin beni mutlu yapmayı
Başka denizlerden topladığın fırtınayı
Hep üzerime estirip gitmek vardı sende
Ben ne bilirimdim sakin sularda savaşmayı
Daha başından gönülsüzdün zaten
Gemilerimi karaya çıkarmaya gücün yetmezdi
Düşünmezdin de...
Sana gelince Sevda
Yangın uzakta,yakında olsa
Hani neredeymiş diyemezdin
Yangına sen sebep olsan
İki damla suyla bile gelemezdin
Sönmeyen ateşe iki odunda sen atardın ya
Külleri seyrederdin sonra tek başına...
Sana gelince Sevda
Sevda sanada mı uğradı diyenler olacak
Duymayacaksın kimseyi
Ağlayacağın yerde güleceksin belki
Elinde olmayacak
Seninde kalbin çalınacak birgün
Ama bilmediğin bu duyguyuyla başedemeyeceğinden
Yarınlara erteleyeceksin hep...
Sana gelince Sevda
Sevmeyi öğrenmeden
Sınıfınıda geçemezsin...
Sana gelmezse Sevda
Sevdaya lafım yokta
Sen onsuz kalma diye söylüyorum
Hep bildiğini okuma...



Ayşe Aklem


Paylaş

6 Haziran 2010 Pazar

BENİ BİR YAZA GÖMDÜLERDİ BİR ZAMAN...



Beni bir yaza gömdülerdi bir zaman
Her yer olabilecek bir kuytulukta
Bir kadın vardı bir balkonda
Sesinde yaralı bir gül olan

Hayat ve mevsimler aynı şeydi
Uyku kadar derin bir suda boğulurken
İlkbahar kekeleyerek geldi
Kırık çocuk gülüşlerinden

Deniz oracıktaydı ve buğusu
Eriyorken havada sesler
Herşeyin bir büyü oluşturduğu
Gizemli kokular ve gülüşler

Beni bir yaza gömdülerdi bir zaman
Annem olan bir sessizlikte
Belki de onun kalbidir açan
Derin bir gülün içinde

 ATAOL BEHRAMOĞLU





3 Haziran 2010 Perşembe

GERÇEK SEVGİ





KÜÇÜK KIZ, kendini bildiği günden beri annesinden büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle, pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı.

Ona göre, nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula başlayınca işler değişti. Arkadaşları, onun
hiçde güzel olmadığını, hatta çirkin bile sayıldığını söylemekteydi.

Küçük kız, ilk önceleri onlara inanmadı. Çünkü herkes birbirini kıskanıyordu. Ama bir kaç yıl içinde gerçeklerle yüzleşti.
Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu bir cilde sahipti.

"Badem" dediği gözleri ise şaşıydı. Vücudu da bir serviyi andırmıyordu. Demek ki annesi onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti.......

Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen düzelmiyordu.

Genç kız, doktorların gizlice yaptığı konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven annesinin bu yalanlarına dayanamayıp evi terk etmeye karar verdi.

Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu söyleyerek ondan önce davrandı. Ve kazandığı paraları bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti.

Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla baş başaydı.
Bu arada annesini hiç merak etmiyordu. Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı.
Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını söyleyerek kızı ameliyat
ettiler. Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten korkuyordu.
Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında, müthiş bir çığlık attı.
Karşısında bir dünya güzeli vardı. Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü.

Yüzündeki bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan burnu düzelmiş, kepçe kulakları normale dönmüş ve yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu.
Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak

- Sanki yeniden dünyaya geldim!. dedi. Yüzümde hiçbir çirkinlik kalmamış.
Estetik ameliyatı siz mi yaptınız?
Yaşlı doktor
- Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!. diye gülümsedi.

Annenin bağışladığı gözleri taktık. Sen, O' nun gözünden gördün kendini!..




Paylaş

2 Haziran 2010 Çarşamba

ASİ ve MAVİ





Bugün kederliyim, beterim bugün
Sesime ses değse çığlık oluyor.
Üşüyor toprak, taşlar üşüyor
Vuslatı yakın eden yollar üşüyor.

Yumma gözlerini, uyuma bugün
Bütün gölgeler akşam oluyor.
Üşüyor yaprak, dallar üşüyor
Savrulup yırtılan rüzgar üşüyor.

Oysa ben senden neler neler isterdim
Senli sevdalarda doğmak isterdim
Sabahlar isterdim, asi ve mavi
Büyüsün isterdim ışığın rengi.

Ama gel gör ki kötüyüm bugün
Sesime ses değse çığlık oluyor.
Üşüyor toprak, taşlar üşüyor
Vuslatı yakın eden yollar üşüyor.

Yumma gözlerini, uyuma bugün
Bütün gölgeler akşam oluyor.
Üşüyor yaprak, dallar üşüyor
İçimde kış gibi bir mevsim üşüyor.

Oysa ben senden neler neler isterdim
Senli sevdalarda doğmak isterdim
Sabahlar isterdim, asi ve mavi
Büyüsün isterdim ışığın rengi.



Onur AKIN



Paylaş

AY KARANLIK





Maviye
Maviye çalar gözlerin,
Yangın mavisine
Rüzgarda asi.
Körsem,
Senden gayrısına yoksam,
Bozuksam,
Can benim, düş benim,
Ellere nesi?
Hadi gel
Ay karanlık...

İtten aç,
Yılandan çıplak,
Vurgun ve bela
Gelip durmuşsam kapına
Var mı ki doymazlığım?
İlle de ille
Sevmelerim,
Sevmelerim gibisi?
Oturmuş yazıcılar
Fermanım yazar
N'olur gel
Ay karanlık...

Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cıgaramdan yanar,
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı,
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş,
Etme gel
Ay karanlık...


Ahmet ARİF




Paylaş